___ Ana Sayfa _ Forum _ mp3 Arşivi _ mp3 Player _ Arama _ Team___ Üyelik Basvurusu




ILAHICIYIZ.BIZ - Online Ilahi Merkezi » » makaleler » Edebi Eserler » Merhaba Misafir [Giriş yap|Üye ol]
son Mesaj | Birinci Okunmamış Mesaj Yazıcı önizlemesi | Arkadaşına gönder | Konuyu Favorilere ekle
Sayfanın Sonuna Gıt Edebi Eserler
yazan
Mesaj « önceki konu | sonraki Konu »

VIP


images/avatars/avatar-1024.jpg


Üyelik Tarihi 30.01.2007
Mesajlar: 1.595

Rütbesi: 49 [?]
Tecrübe Puanları: 9.996.593
Sonraki Rütbe: 10.000.000

3.407 Tecrübe puanı

Edebi Eserler cevapla | alinti yap | degistir | mesaji bildir Sayfanın Başına Git

Deneme: Herhangi bir konuda yeni ve kişisel görüşlerle bezenmiş bir anlatım içinde sunulan yazı türüne deneme denilmektedir.

Yazarın kendine özgü düşünceleri özgürce aktardığı yazı türü. Bilgi aktarma, sanat yapma gibi kaygılardan uzak kalarak kendisiyle konuşurmuşcasına rahat bir anlatım kullanabilir.
Yazarın, kişisel deneyimleri görüşleri izlenimleri deneme konularının temelini oluşturur.

Eleştiri:
Eleştiri Nedir?

Bu soruya birçok yazar farklı görüş açılarından yanıt aramıştır. Bunlardan bazılarını alt alta sıralarsak genel bir görüş elde etme olanağımız olabilir.

* “Bir edebiyat veya sanat eserini her yönüyle inceleyip açıklamak, anlaşılmasını sağlamak ve değerlendirmek amacıyla yazılan yazı türü, tenkit, kritik.“

* “Bir sanat eserinin (roman, hikaye, şiir, resim ..vb. gibi) yapısı, özü, başarılı ve başarısız yönleri üzerinde yapılmış inceleme yazılarına eleştirme denir.“

* “ Günümüzde ve geçmişte eleştiri tanımları arasında farklılıklar olmuştur. Tanımlar kargaşası içinde,

-Gerçek eleştiri nedir ve nasıl olmalıdır?-sorularına yanıt arama sürecektir. Çünkü, eleştiri bir bilim değildir. Böyle olunca da duygusallık ve çıkar çatışmaları her zaman eleştiriyi boşlukta bırakmaya tutsak edecektir. Bilim, anlamları inceler; eleştiri ise anlam üretir ve bilimle okuma arasında yer alır.“

* “Eleştiri bir önemsenmenin kanıtıdır.“

* “Herhangi bir sanat ve fikir veriminin özünü, yapısını, değerli-değersiz yönlerini irdeleyen ya da bazı kimselerin toplum karşısındaki tutum ve eğilimlerini eleştiren; bunların, toplumun gelişim düzeyine uyup uymadıklarını belgeler ve örneklerle belirten gazete ve dergi yazılarına eleştiri denir.“

* “Edebiyat ve sanat eserlerini açıklama ve yargılama sanatı.“

Eleştirinin Varlığı Ve Önemi

Eleştiri, yazının bulunuşunun ardından insanda var olan eleştiri duygusunun söz düzeyinden yazı düzeyine yükselmesiyle bugünkü konumuna gelmiştir. Özellikle yazılı kültürün batı toplumlarındaki gelişmesine paralel, eleştiri de gelişmiştir. 18. ve 19. yy.daki edebiyat akımları içinde eleştiri, ayrı bir önem ve değer kazanmış ancak, edebiyatta bir tür olarak belirlenmesi ise, 19.yy.ın ortalarında kendini eleştirmen olarak ortaya koyan ve eleştirinin kurallarını bulan Sainte-Beuve sayesinde olmuştur.

Eleştiri, okuyucunun bir kitaba ulaşmasında önemli bir köprü olma işlevinin yanısıra, nesnel ve bilimsel bulgularıyla da yazarına yeni boyut ve ufuklar sağlayabilir. Olumsuz koşullara karşın eleştiri, varlığını bugün de doğası gereği sürdürmektedir. Ayrıca yurdumuzda iyi eleştirmen yetişmiyor gibi savların bir ölçüde geçerliliği olsa da, bunda, bu işe gönül veren insanların bir kalemde, kolayca harcanmaya çalışılmasının da rol oynadığını görmek gerekir.

Esasen, adını salt eleştiri yazılarıyla duyurmuş ve kabul ettirmiş isimlerin azlığı; eleştirinin, bir gül bahçesinde, gül derlemek kadar zor olduğunu kolayca anlatır. Bir çok eleştirmen karşı eleştiri bombardırmanıyla küstürülmüş, yüreği dayanamayanların bu işten uzaklaşmalarına neden olunmuştur.

Edebiyat dergilerinde eleştiri yoğunluğu şiirde toplanmaktadır. Bunun başlıca nedeni, şiirin içeriğinin her türlü yoruma açık bir yapıda olmasından kaynaklanmaktadır. Şiirde biçim, içerik ve beğeni arayışlarının zamanla manifestolarla ortaya konuluşu, bu alanda çaba gösteren şairler arasında, dozu bazen aşırıya kaçan, uygar ölçüleri aşan hatta kimi zaman
kişilik haklarını ağır bir şekilde zedeleyen eleştirilere de rastlanmaktadır.

Bu olaya kısaca, belli dergiler çevresinde toplanmış benzer anlayışları savunan yazar-çizer gruplarının kavgası da denebilir. Her ne olursa olsun, bu edebi kavgaların varlığı iyiye işarettir. Çünkü, edebiyat, ancak onlarla, güncelliğini ve dinamizmini sürdürmektedir.

Eleştir(eme)mek

Ne kitap ne yazı ne düşünce / Yalana pey sürülen bir ülkede bitmez gece / Anladık sonunda cümlesi boş“ diyor, Cahit Tanyol bir şiirinde. Yetmiş yılı aşan yoğun bir yazın yaşamının acaba kısaca bir özeti olarak algınabilir mi, bu dizeler? Türkiye gibi gerek sosyal, gerekse siyasal kimlik arayışının hâlâ egemen olduğu bir ülkede, bir konuda başarılı olmaya çalışmak kadar zor olan bir başka şey daha tanımıyorum. Herşeyden önce en yakınınızdakiler sizin en büyük muhalifiniz olarak karşınıza dikilirler. Varlığınızın anlaşılması için yapıtlarınıza bakılacağı yerde, özel yaşamınıza girilir; böylece yıpratılmak istenirsiniz. Eleştirinin tüm dünyaca kabul görmüş genel değerleri dışına çıkılarak, adına eleştiri denilen yazılar kaleme alınır. Bu, olumsuz ve polemikçi tutum, bize eleştirinin gerçek yüzünü göstermez.

Eleştirmen, kendi beğenilerini ortaya koyarken, duygusallıktan uzak eleştirinin genel kurallarıyla hareket ettiği sürece, toplumsal işlevini doğru olarak yerine getirebilir. Dikkatli okurun, ciddi eleştirileri de ilk bakışta kavradıkları bilinen bir gerçektir.
Esasen, yurdumuzda iyi bir okur kitlesinin oluşmasında eleştiri yazılarının önemli işlevi olduğuna inananlardanım.

„Ataç’a göre; eleştirmen bir sanatçıdır. Bir şairi, bir romancıyı ne için okuyorsak, onu da öyle okuruz. Eleştiri yazısı bir şey öğrenelim; hangi kitap değerliymiş, hangisi değilmiş, bize onu bildirsin diye okunmaz; herhangi bir sanat yazısı gibi, zevk almak için okunur.“ Ataç ustanın saptamaları, eleştirinin bir edebi tür olduğu gerçeğini yalın bir şekilde ortaya koyar.

İnceleme
İncelemek işi, tetkik. Bir bilim veya sanat konusunu her yönüyle geniş biçimde açıklayan eser veya yazılı tetkik.

Makale
Sözlük Anlamı: Bilim, fen konularıyla siyasal, ekonomik ve toplumsal konuları açıklayıcı veya yorumlayıcı niteliği olan gazete ve dergi yazısı.

MAKALE: Yazarın belli bir konuda, genellikle günlük politika ile ilgili görüşlerini dile getirdiği kısa metinlerdir. Makale, asıl gazetelerin yaygınlaşması ve gelişmesiyle kendini gösteren bir edebi türdür. Yazar bu kısa yazılarda çeşitli konulara ilişkin kişisel görüş eleştiri ve önerilerini sıralayabilir. Ya da politik veya toplumsal sorunlara değinebilir. Konular politikanın yanı sıra, bilim, dil, kültür gibi yazarın tercih ettiği herhangi bir alan da olabilir. Makalenin amacı, açıklama, eleştiri, tanıtım, bilgilendirme de olabilir. Ama genellikle eleştirel tutum ön plandadır. Makaleler, günlük yazıldıktan sonra bir araya getirilerek makale kitapları şeklinde yayınlanabilir.

Öykü:

Gerçek ya da düş ürünü bir olayı aktaran kısa düz yazı şeklindeki anlatıya öykü veya eski adıyla hikâye denir.

Kısa oluşu, yalın bir olay örgüsüne sahip olması, genellikle önemli bir olay ya da sahne aracılığıyla tek ve yoğun bir etki uyandırması ve az sayıda karaktere yer vermesiyle roman ve diğer anlatı türlerinden ayrılır.

Öyküde, olayın geçtiği yer sınırlı, anlatım özlü ve yoğundur. Karakterler belli bir olay içinde gösterilir. Bu karakterlerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır. Konu tümüyle düş ürünü olabilir, ya da son derece gerçekçidir. Genellikle ironik bir rastlantı yoluyla yaratılan özel bir an üzerindeki yoğunlaşma sürpriz sonlara olanak verir.

Eski Yunan’daki fabl ve kısa romanslar, Binbir Gece Masalları öykünün habercileridir. Ama öykü ancak 19. yüzyılda romantizm ve gerçekçilik akımlarının yaygınlaşmasıyla edebi bir tür haline gelebildi. Edgar Allan Poe’nin Grotesk ve Arabesk öyküleri adlı eseriyle yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nde değil Avrupa’da da etkili oldu. Almanya’da Heinrch von Kleist, ve E. T. A. Hoffmann, p***olojik ve metafizik sorunları öykülerinde masalsı bir anlatımla yansıttılar.

20. yüzyıla girildiğinde öyküler ilk kez genellikle gazete ve dergilerde yayınlanıyor ve bu yüzden gazeteciliğe özgü yerel renkler taşıyordu. Bret Harte’nin öyküleri, Ruyard Kipling’in Hindistan’daki yaşamı anlatan öyküleri, Mark Twain’in Missisippi ve O. Henry'nin öyküleri bu özelliktedir.

Roman
Roman nedir?
Bir düzyazı türü olan roman, insan ilişkilerini anlatımıdır diyebiliriz. İnsanın yaşadığı Serüvenler, iç dünyasının gerçekliği; insan-insan, insan-mekan, insan-doğa ilişkileri yaşadığı ortamın özellikleri toplumsal olay ya da olgular ekseninde belli insanlık durumları öne çıkarılarak işlenir. Romanın burjuva toplumunun bir ürünü olduğu, 18. ve 19. yüzyılda gerçek kimliğine kavuştuğu söylense de; burjuva öncesi dönemde, özellikle Ortaçağ ve Rönesans edebiyatında kimi roman örneklerine rastlamaktayız.

Romanın ortaya çıkışında söylenceler, destanlar, kahramanlık öyküleri ve masalları ilk kaynak olarak alabiliriz. Roman sanatının günlük yaşama dönük soyutlayıcı bakışı öncesinde ise söylenceler, mitolojik öyküler, şövalye ve kahramanlık öyküleri, anılardır. Romana ilk elden kaynaklık eden Pikaresk roman anlayışıyla yeni bir insan tipi ortaya çıkarılır. Romandaki ana figür olan tip dünyaya ve toplumsal yaşama aşağıdan yukarıya doğru yönelmiş bir bakışla bakar, bu eksende gezgin bir ruhla yaşar. Sürekli bir dönüşüm içindedir. İlk başarılı roman örneğini 17. Yüzyılda Miguel de Cervantes (1547-1616) Don Quijote (1605-1615) adlı yapıtıyla verir. 18. yüzyılda, Cervantesin açtığı gerçekçi yolda, roman sanatının gelişmesinin ilk öncüleri İngiliz romancılar Samuel Richardson (1689-1761) ve Henry Fieldingin (1707-1754) ürünlerine rastlarız.

Gerçeğe, tarihe bağlılıkları romanı olaylar dizisi anlatan, kahramana bu bakımdan anlamlar yükleyen bir tür olarak, diğer türlerden ayrıcalıklı bir yere getirir. 18. yüzyıla gelindiğinde romanın etkinlik alanı genişlerken; yaşanmışlık duygusunun ağır bastığı olayların hikaye edilmesiyle de yeni bir dönem başlar. Daniel Defoenün (1660-1731) Robinson Crusoede (1719) ıssız adaya sığınan insanın serüvenini anlatmasını roman sanatının gelişimine katkı olarak alabiliriz. Roman sanatının anıların ötesinde bir edebiyat türü olduğunun, belki de altını en iyi çizen, bir romandır. Ayrıca bu tür bir romanın ortaya çıkış koşullarını da ayrıca değerlendirmek gerekecektir. Çünkü bu yüzyıl bilimde, teknoloji ve toplumsal gelişmelerde birçok şeyin önünü açacak olan bir dönemin başlangıcıdır. Goethenin (1749-1832) Faustunun (1831) bu süreçte çıkmış olması da önemlidir. Aydınlanma düşüncesi, kuşkusuz, romanın gelişimini de etkilemiştir. Bu anlamda Faust yeniçağın simgesi durumundadır. Romantizmin etkin olduğu bu süreçte aydınlanma romanının ilk nüveleri verilmektedir. Diderot (1713-1784) Rameaunun Yeğenini (1762-63), J. J. Rousseau (1712-1778) Yalnız Gezerin Hayallerini yazar. Puşkin (1799-1837) Yüzbaşının Kızı, Lermontov (1814-1841) Zamanımızın Bir Kahramanı romanlarıyla; Victor Hugo (1802-1885) roman külliyatıyla yeni dönemin hazırlayıcı yazarlarındandırlar.

Romanda bakış açısının kurulması, anlatım biçiminin belirlenmesi, romanın yapısını oluştururken kahraman, çevre, olay ekseninde gelişen bireysel ve toplumsal durumların romanın bu yapısı içinde yer alış biçimi. . . gibi roman sanatına dair sorunlar 19. Yüzyıl romanıyla gündeme gelir, ele alınır. Roman kuramının asıl oluşma süreci de bu dönemde başlar. Stendhal (1783-1842), Balzac (1799-1850) Flaubert (1821-1880), Turgenyev (1818-1883), Dostoyevski (1821-1881), Tolstoy (1828-1910), Zola (1840-1902), Henry James (1843-1916), Proust (1843-1916) yüzyılın önemli romancıları olarak öne çıkmaktadırlar. 20. yüzyıla gelindiğinde roman sanatı bireyin zaferi olarak algılanır. İnsanlığın tarihinin dönüm noktalarında varolan bir sanat olarak yerini almıştır. Feodalizmin yıkılıp burjuvazinin ortalya çıkışı bir bakıma romanın da tarihini yazıyordur. Romanın gelişme çizgisi bu eksende yerini bulur. 19. yy. romanı bunun kanıtıdır. Yeni yüzyıl ise roman sanatı adına arayışlar, buluşlar, yenilikler getirir. Yeni anlatım yolları, teknikler denenir. Roman, edebiyat ortamlarında kabul gören bir tür olur. Yenilikçi bir roman anlayışının öncülerine yüzyılın başlarında rastlamaktayız : V. Woolf (1882-1941), J. Joyce (1882-1941), Kafka (1883-1924), W. Faulkner (1897-1962), D. H. Lawrence (1885-1930).

Bir yanıyla yazınsallığı ön plana alan, gerçekçiliğe yeni bir boyut getirerek, romana yeni anlatım olanakları sağlayan Yeni Roman akımının ortaya çıkması, özellikle A. Robbe-Grillet, N. Sarraute, M. Butor, C. Simon gibi yazarların bu akım ekseninde ürün vermeleri; öte yanıyla da G. G. Marquez öncülüğünde Latin Amerika Romanı yüzyılın gündemine şu yazarlarla girer : Miguel Asturias, Carlos Fuentes, Mario Vargas Llosa, Julio Cortazar, Jorge Amado, Isabel Allende, Cabrera Infante, Manuel Scorza, Vascancelos, Manuel Puig. . . Yukarı Romancı kimdir? Romancı edebiyat ortamıyla beslenen; varoluşunu bu ortamın ve yaşamın gelişme koşullarına göre biçimleyen sanat insanıdır. Yaşam gerçekliğiyle yazı gerçekliğini buluşturmada romanın ne olduğu sorusunu sorarak, sorgulamasını yaparak yola çıkandır da bir bakıma. Kendi roman dünyasını kurmak için bu tür bir hesaplaşmayı yapabilendir, bunu göze alabilen edebiyat insanıdır demeliyiz. Kuşkusuz bu da romancıyı romanın tarihini bilmeye, okumaya, bunu sorgulamaya itecektir. Bilme ve sorgulama süreci onun için bir nevi roman okulu dur. Bu süreç sonrasında da neyi, nasıl yazacağı sorusunu kendisine sorarak yola çıkar. Edindiği birikim, deneyimler önemlidir. Dönemin tarihsel, toplumsal gerçekliğiyle bireyin serüveni bütün boyutlarıyla onun gözlemevindedir. Romancı, kurduğu roman dünyası ile okura yeni bir evren sunandır.

Özgün, yeni; anlamı, boyutu, derinliği olan bir yapıtı ortaya koyandır. Düşündürttüğü kadar yol aldırandır da. Roman yazarının eylemselliği de işte burada yatar. Onun roman/romancı kavrayışı okur katında karşılığını bulduğunda katılım, hatta yeniden yazım süreci başlar. Bu açıdan roman yazarı, bir maestro olmasa da; Adalet Ağaoğlunun deyimiyle: insanı, onun sınıfsal, toplumsal konumu içindeki ilişkilerini, bu ilişkilerin karmaşıklığını ve çelişkilerini kavramak, kavradığını yeni bir yorumla yeniden üretmek; dışarıdan hemen görünmeyen insan gerçekliklerini ışıklandırmak zorunda olan edebiyat insanıdır. Yukarı Romanın teknik sorunları Roman sanatı, bugün geldiği noktada kendi kuramını/teorisini oluşturabilmiş ender edebiyat türlerindendir. Bu da, romanın toplumun dinamiğini yakalayan bir tür olma özelliğini gösterir bize. Bu gelişme çizgisinde, 20 yy. da roman türlerinin zenginliğinden söz edebiliriz: Macera romanı, gezi romanları, aşk romanları, evlilik romanları, aile romanları, oluşum romanları, gelişim romanları, eğitim romanları, sanatçı romanları, devlet romanları..vb

Siir
Kelime Anlamı: TDK'nin tanımına göre Türkçe'ye Arapça "şir" sözcüğünden geçmiştir ve yine TDK'nin tanımına göre aşağıdaki anlamları vardır:

1 . Zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan edebî anlatım biçimi.
2 . Bir şairin, bir dönemin bu sanatı kullandığı özel biçim.
3 . Manzume.
4 . (mecaz) Düş gücüne, hayale, imgeye, gönle seslenen, anı, duygu, coşku uyandıran, etkileyen şey.

Tanımı

Dilin anlam, ses ve ritim ögelerini belli düzen içinde kullanarak bir olayı, ya da bir duygusal ve düşünsel deneyimi yoğunlaşmış ve sıradanlıktan uzaklaşmış bir biçimde ifade etme sanatıdır.

Şiir Türleri

Epik Şiir: Konusu kahramanlık ve macera yüklü olan şiir türlerine epik şiir denir. İlk kayıtlı epik Sümer şiiri Gılgamış'tır.

Lirik şiir: Toplumun hemen her kesimini ilgilendiren sevinç veya acı gibi ortak duyguların veya aşk, ayrılık, özlem gibi bireysel duyguların coşkulu bir tarzda işlendiği şiirlere lirik şiir denir. Eski Yunan edebiyatında bu tarz şiirler lir denen bir sazla söylendiği için böyle adlandırılmıştır. Bizim edebiyatımızda halk âşıklarının (veya halk şairlerinin) söylediği şiirlerin çoğu liriktir.

Didaktik Şiir belli bir düşünceyi aşılamak veya belli bir konuda öğüt, bilgi vermek, bir ahlak dersi çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan, duygu yönü az olan şiir türüdür. Kısaca öğretici şiirdir.

Dramatik Şiir: Dram türü konuları içeren bir şiir türüdür. Acıklı ya da korkunç bir olayı konu alır. Genellikle konuyu okuyucunun gözünde canlandırabilir. Opera için yazılan manzum eserlerde de kullanılır. Edebiyatımızda dramatik şiire fazla örnek yoktur.

Pastoral Şiir:Doğa güzelliklerini, kır ve doğa sevgisini, orman, yayla, dağ, köy ve çoban yaşamını, bunlara karşı duyulan özlemleri anlatan şiir türüdür. Şair doğa karşısındaki duygularını anlatıyorsa "idil", bir çobanla karşılıklı konuşuyormuş gibi anlatıyorsa "eglog" adını alır.

Satirik Şiir: Toplumdaki çeşitli düzensizlik ve bozuklukları yeren, taşlayan şiirlerdir. Halk edebiyatında "taşlama", Divan edebiyatında "hiciv" denir.

ŞİİR BİLGİSİ

Mısra (DİZE)

Ölçülü ve anlamlı, bir satırlık nazım birimidir.

BEYİT (İKİLİK)

Aynı ölçüde olan ve anlamca bir bütünlük oluşturan ve iki dizeden oluşan nazım birimidir.

ÖLÇÜ (VEZİN)

Şiirde dizelerin hece sayısına veya hecelerin ses değerine göre bir uyum içinde olmasıdır.

HECE ÖLÇÜSÜ:

Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulur.Durulan bu yerlere "durak" denir. Durak sözcüğün sonunda yer alır.







Bu mesaj 1 kez değiştirilmiştir.
Son olarak tarafından 06.05.2007 Tarihinde ve Saat: 15:44 değiştirilmiştir.

06.05.2007 15:43 User ist offline | mesajari | arkadas listene ekle |


Dal görünümü | Normal
Seçiniz:
ILAHICIYIZ.BIZ - Online Ilahi Merkezi » » makaleler » Edebi Eserler